Getty Museum’dan Onur Ayı Sergisi: “Queer Lens”
- Perfect Weekend Team
- 9 Tem
- 3 dakikada okunur
Los Angeles’taki Getty Museum, 2025 Onur Ayı kapsamında açtığı “Queer Lens: A History of
Photography” sergisiyle, LGBTQ+ bireylerin tarihine, temsil biçimlerine ve görünürlük
mücadelesine odaklanıyor. 19. yüzyıldan günümüze uzanan yaklaşık 270 eser — arşiv
fotoğrafları, sanatçı kitapları, dergiler ve yapay zekâ destekli portreler — aracılığıyla sergi, queer
bakışın görsel tarihine çok katmanlı bir perspektiften yaklaşıyor. Fotoğrafın sanatsal formunun
ötesinde, aynı zamanda bastırılmış kimliklerin direniş, temsil ve varoluş biçimini de hatırlatıyor.
Getty’nin kalıcı koleksiyonundan ve uluslararası arşivlerden derlenen bu seçki, “queer”
kavramını geçmişteki varlığıyla harmanlayarak kapsayıcı bir anlatı kurmayı hedefliyor.

“Queer Lens”, klasik bir kronolojik akış yerine; arzu, kayıp, direniş, mahremiyet ve görünürlük gibi
kavramlar etrafında kurgulanmış. Sergi, izleyiciyi belirli bir tarihsellik içinde yönlendirmektense
fotoğrafların taşıdığı duygusal ton ve anlatı yoğunluğu üzerinden temalar arasında gezinmeye
davet ediyor. Tarihsel sıralamadan bağımsız olarak, queer hafızadaki temalar bir araya getirilerek
izleyicide duygusal bir süreklilik hissi yaratılıyor. Alanının established sanatçıları — BereniceAbbott, Robert Mapplethorpe, Man Ray, Anthony Friedkin ve Edmund Teske — daha önce hiç
sergilenmemiş anonim üreticilerle yan yana yerleştirilmiş. Küratöryel yaklaşım sayesinde göz
önünde olan sanatçılar ve eserleri ile göz önüne gelmeye fırsat bulamamış eserlerin arasındaki
sınırları silerken queer tarih içinde herkesin sesinin bir yer bulmasını sağlıyor.

Küratör Paul Martineau ve yardımcı küratör LeRonn P. Brooks’un rehberliğinde hazırlanan sergi;
kimliklerin geçmişle bugün arasında kurduğu duygusal ve politik bağlara alan açıyor. Serginin
Pride Month boyunca ziyarete açık olması ise, mesajını zamanla daha güçlü bir bağlama
oturtuyor.

Biraz sergideki eserlerden bahsetmek gerekirse Queer Lens’te yer alan portreler, queer tarih
boyunca var olmuş ama çoğunlukla arşiv dışı bırakılmış kimlikleri temsil ediyor. “Pansy Çılgınlığı”
bölümünde dönemin yeraltı sahneleri; drag queen’lerin ve performans sanatçılarının kamusal
görünürlüğü yeniden şekillendirdiği zamanlara ışık tutuyor. Josephine Baker’ın Baron Adolph de
Meyer objektifine verdiği teatral pozlar ya da Carl Van Vechten’in Bessie Smith’i bir yelpazenin
ardında betimlediği kareler, dönemi yansıtan bir porte yerine queer estetiğin sahnede nasıl vücut
bulduğunu gösteriyor. Harlem'deki drag king ve queen’lerin birlikte poz verdiği James Van Der
Zee’nin neşeli fotoğrafları, kolektif aidiyetin arşivi niteliği taşıyor. Bu anlatılara kavramsal sanatın
öncüsü Marcel Duchamp’ın travesti pozları ekleniyor. Tüm bu işler bireysel hikâyeleri anlatırken,
aynı zamanda queer belleğin tarih içerisindeki varlığını görünür kılıyor.

“Queer Lens” ile eş zamanlı olarak Getty Museum’da sunulan “$3 Bill: Evidence of Queer Lives”
sergisi ise LGBTQ+ topluluklarının 20. yüzyıl başından günümüze uzanan mücadelelerini,
arşivsel materyaller ve çağdaş sanat işleri üzerinden görünür kılıyor. Serginin adı, 1980’lerde
Harvey Milk ve Bessie Smith’in yer aldığı sahte üç dolarlık banknottan ilham alırken queer
kimliğin sistem dışı temsil biçimlerini hatırlatıyor. Sergi dört ana döneme ayrılmış: 1900–1969
arası bastırılmış hayatlar, 1970’lerin protesto estetiği, AIDS krizinin yarattığı travma ve
1990’lardan bugüne uzanan kolektif hafıza. Félix González-Torres’in şeker yerleştirmesi, AIDS
sonrası kayıplara sessiz ama fiziksel bir ağıt işlevi görüyor. Harmony Hammond’un “Hair Bags”
adlı çalışması, queer bedenin parçalanmış, marjinalleştirilmiş ama aynı zamanda dirençli
doğasını somutlaştırıyor. Harlem drag partilerinden kareler, neşe, performans ve kimlik
oyunlarının tarih boyunca nasıl birer özgürleşme aracı olduğunu hatırlatıyor.


Getty Museum’un “Queer Lens” ve “$3 Bill: Evidence of Queer Lives” sergileriyle queer varlığını
Onur Ayı’na yakışır bir biçimde kutlaması oldukça değerli. Görsel tarihte silinmiş, gölgede kalmış
ya da onarılmaya ihtiyaç duyan portreleri günümüz izleyicisiyle yeniden buluşturmak bir arşiv
çalışmasının dışında empati ve tanıma alanı açmak anlamına geliyor. Bu sergiler, queer
kimliklerin geçmişten bugüne uzanan direnişini, duyarlılığını ve varoluş mücadelesini görünürkılıyor. Kurulan bu görsel ve duygusal bağ, Onur Ayı’nın ötesine taşınarak yılın her anında
hatırlanacak, yüzleşilecek ve sahiplenilecek bir kolektif farkındalığın parçası hâline gelmeli.
Yorumlar