top of page

Frieze London 20265: Şehirde Nerede Yemeli?

Where to Stay serisinin ardından şimdi Londra’nın gastronomi duraklarına geçiyoruz. Frieze haftası boyunca şehir, sanat etkinliklerinin yanı sıra restoran sahnesiyle de dikkat çekiyor. Tasarım stüdyolarının imzasını taşıyan bu mekânlar; özenli menüleri, mimari detayları ve atmosferleriyle koleksiyonerlerden sanat profesyonellerine kadar birçok ziyaretçinin programında yer alıyor.

Bu seçkideki restoranlar, Londra’nın çağdaş estetiğini gastronomiyle buluşturuyor. Kimi dramatik mekân kurgularıyla dikkat çekerken, kimisi daha sade çizgilerle modern İngiliz mutfağını yorumluyor. Ortak noktaları ise, yemeği bir deneyim olarak ele alan, mekân tasarımını menü kadar önemseyen bir yaklaşım sunmaları. Frieze London döneminde şehrin bu yaratıcı enerjisini keşfetmek isteyenler için ideal bir rehber niteliğinde.


ree

Sessions Arts Club, SODA Studio


Frieze London’ın Where to Eat seçkisinin ilk durağı Sessions Arts Club. Clerkenwell’de eski bir mahkeme binasında yer alan mekân, SODA Studio tarafından dönüştürülmüş; tarihî dokusunu koruyan ama çağdaş bir atmosferle yeniden kurgulanmış. Yüksek tavanlı salonu, dökülen pastel renkli duvar boyaları, alçı süslemeleri ve kadife detaylarıyla hem ihtişamlı hem sade bir karakter taşıyor. Bir restoran olmanın ötesinde, sanat kulübü hissi yaratan mekân, Frieze haftasında Londra’nın tasarım ve sanatla iç içe geçmiş ruhunu yansıtıyor.


Menü, şef Florence Knight’ın sade ama karakterli mutfak anlayışıyla şekilleniyor. Avrupa mutfağından ilham alan tabaklar; taze ve mevsimsel dokunuşlarla hazırlanıyor. Menü küçük ama her detayı düşünülmüş. Örneğin tereyağlı karides kroketleri, bezelye ve parmesanla sunulan panisse ya da ince hamurla hazırlanmış ev yapımı makarnalar. Özellikle akşam yemekleri için önerilen Sessions Arts Club, yumuşak ışıkları ve şarap eşliğinde uzun sohbetlere alan tanıyan atmosferiyle öne çıkıyor. Deneysel kokteyller ve Jura gibi az bilinen bölgelerden özenle seçilmiş şaraplar, gastronomiyle mekânsal deneyimi birleştiriyor. Bu özellikleriyle, sanat haftasında başlı başına bir deneyim sunuyor.


ree

Mount St. Restaurant, Laplace


Mayfair’in merkezinde yer alan Mount St. Restaurant, klasik İngiliz mutfağını çağdaş sanatla buluşturan rafine bir adres. Artfarm tarafından tasarlanan beş katlı yapının içinde konumlanan restoran, hem mimarisi hem sanat koleksiyonu ile dikkat çekiyor. Tavanında Phyllida Barlow’un heykelsi çalışmaları, duvarlarında Paul McCarthy’nin duvar kâğıtları, Lucian Freud ve Henry Moore gibi isimlerin eserleri yer alıyor. Koyu ahşap paneller, mavi deri koltuklar ve vintage detaylarla mekân, Londra’nın tarihî atmosferini çağdaş bir yorumla sunuyor.


Menü, şef Jamie Shears tarafından klasik İngiliz yemeklerine modern bir dokunuşla hazırlanmış. Geleneksel “fish pie” ve “bubble & squeak” gibi tabaklar, ıstakoz ya da havyar gibi malzemelerle zenginleştirilmiş. Malzeme seçiminde yerel üreticilere öncelik veriliyor. Gün içinde sakin bir öğle yemeği için olduğu kadar, akşamları uzun sohbetli yemekler için de uygun bir ortam sunuyor. Mount St. Restaurant, Frieze haftasında öne çıkan mekânlardan biri. Sanatla çevrili atmosferi, detaylara gösterilen özen ve dengeli menüsüyle Londra’nın güncel gastronomi sahnesinde özel bir yere sahip.


ree

Berners Tavern, Yabu Pushelberg


Where to Stay seçkimizde de yer alan The London Edition Hotel’in içinde konumlanan Berners Tavern, Fitzrovia’nın en dikkat çekici gastronomi duraklarından biri. İç mekân tasarımı, ünlü tasarım stüdyosu Yabu Pushelberg tarafından yapılmış; yüksek tavanları, ihtişamlı alçı süslemeleri ve duvarları tamamen kaplayan sanat koleksiyonuyla klasik İngiliz otel estetiğini çağdaş bir çizgiyle birleştiriyor. Galeri düzeninde asılmış yüzlerce tablo, mekâna hem tarihî hem de sanatsal bir atmosfer kazandırıyor. Menü, şef Jason Atherton tarafından hazırlanıyor ve modern İngiliz mutfağının karakteristik örneklerini sunuyor. Yerel malzemelerle oluşturulan tabaklarda sade ama güçlü tatlar öne çıkıyor: ıstakozlu macaroni cheese, kızarmış ördek göğsü ve trüflü patates püresi, mekânın öne çıkan yemeklerinden. Tatlı menüsünde ise klasik “apple tarte tatin” gibi konforlu lezzetler dikkat çekiyor.


Berners Tavern, sabah kahvaltısından akşam yemeğine günün her saatinde farklı bir deneyim sunuyor. Otel konukları için galeri planında bir buluşma noktası, şehir ziyaretçileri içinse Frieze haftasında hem şık hem rahat bir durak niteliğinde.


ree

The Light Bar, Red Deer Studio


Shoreditch’te yer alan The Light Bar, 1893 tarihli eski bir elektrik santralinin Red Deer Studio tarafından dönüştürülmesiyle yeniden işlev kazanmış bir mekân. Endüstriyel tuğla duvarları, demir kirişleri ve büyük kemerli pencereleriyle dönemin mimarisini korurken, çağdaş bir iç mekân anlayışıyla tamamlanmış. Üç katlı yapının her bölümü farklı bir atmosfer sunuyor: zemin kat bar alanı, üst katta restoran bölümü, en üstte ise daha samimi bir lounge bulunuyor.


Menü, modern İngiliz mutfağını mevsimsel malzemeler ve paylaşılabilir tabaklarla yeniden yorumluyor. Izgara sebzeler, füme balıklar ve taze otlarla hazırlanmış hafif yemekler; günün her saatiyle uyumlu, sade ama özenli bir çizgide. Özellikle hafta sonu brunch menüsü ve imza kokteylleri öne çıkıyor — turunçgil aromalı House Spritz ve lavantalı Gin Sour, barın karakterini yansıtan iki örnek. The Light Bar, tarihî dokusunu koruyarak çağdaş Londra ruhunu yansıtan bir buluşma noktası. Mekânın sıcak ışıkları, açık plan kurgusu ve sade endüstriyel detayları, hem gündüz hem akşam ziyaretleri için kendine özgü bir atmosfer yaratıyor.


ree

Cycene, Blue Mountain School


Shoreditch’te yer alan Cycene, aynı zamanda bir galeri, kitapçı ve tasarım mağazasını da içeren Blue Mountain School binasında konumlanıyor. Mimari olarak sade, malzeme odaklı bir anlayışla tasarlanmış mekân; taş, ahşap ve metalin doğal dokularını öne çıkarıyor. Beş katlı binanın içinde konumlanan restoran, katlar arasında ilerledikçe yavaş yavaş açılan bir deneyim gibi kurgulanmış — girişte sessiz bir bar, üst katta açık mutfak, en üstte ise loş ışıklı bir yemek alanı bulunuyor.


Menü, şef Theo Clench tarafından oluşturulmuş ve deneyimsel bir formatta sunuluyor. On course’luk tadım menüsü, her biri mevsimsel malzemelerle hazırlanmış, sade görünümlü ama teknik açıdan güçlü tabaklardan oluşuyor. Fermente soslar, deniz ürünleri ve dumanlı aromalar ön planda. Menüde sıkça değişen yemekler arasında ızgara deniztarağı, miso ve limon yaprağıyla marine edilmiş levrek, ya da kavrulmuş havuçla servis edilen ördek eti öne çıkıyor. Cycene, sessiz, ritüel hissi veren bir yemek deneyimi sunuyor. Servis hızı bilinçli olarak yavaşlatılmış; her detay, mekânın meditatif atmosferiyle uyumlu. Londra’nın en dikkat çeken gastronomi adreslerinden biri olarak, tasarımın sadeliğini ve mutfağın derinliğini aynı anda hissettiren bir çizgide duruyor.


ree

Bacchanalia, Martin Brudnizki Design Studio


Mayfair’de, 1 Mount Street adresinde yer alan Bacchanalia, Londra’nın en iddialı mekânlarından biri. Martin Brudnizki Design Studio tarafından tasarlanan restoran, Roma mitolojisinden esinlenen heykelleri, sütunlu tavanları, altın detayları ve Damien Hirst imzalı devasa figürleriyle bir sahne atmosferi yaratıyor. Antik dönem estetiğini lüksle birleştiren bu tasarım dili, yemeği teatral bir deneyim hâline getiriyor. Personelin toga benzeri üniformaları, görsel kurgunun bir parçası gibi düşünülmüş; mekânın tamamı, mitolojik bir şölen fikrinin güncel yorumu olarak tasarlanmış. Menü, Akdeniz mutfağını merkezine alıyor ve paylaşım odaklı bir anlayışla hazırlanmış. Başlangıçlarda pancar carpaccio veya levrek ceviche öne çıkarken, ana yemeklerde Devon yengeçli linguine, ızgara ahtapot ya da kuzu pirzola gibi zengin seçenekler sunuluyor. Tatlı menüsünde klasik tiramisù ve bitter çikolatalı pavlova yer alıyor. Her tabakta gösterişten ödün vermeden dengeli tatlar sunulması hedeflenmiş.


Kokteyl menüsü, en az mutfağı kadar iddialı. “Mediterranean” adlı karışım, salatalık, tequila, poblano biber ve kayısı gibi malzemelerle oluşturulmuş; taze, hafif acı ve aromatik bir profil taşıyor. Genel atmosfer, hem akşam yemekleri hem özel kutlamalar için uygun bir düzen sunuyor. Bacchanalia, klasik fine dining anlayışından uzaklaşıp, yemeği bir sahne deneyimi olarak yorumlayan nadir adreslerden biri.


ree

At Sloane, François-Joseph Graf


Chelsea’de, 1888 tarihli kırmızı tuğla bir binada yer alan At Sloane, mimar ve tasarımcı François-Joseph Graf tarafından dönüştürülmüş bir otel-restoran projesi. Dış cephesinde dönemin mimari karakteri korunurken, iç mekânlarda neo-Grek frizler, trompe-l’œil tavanlar ve özel yapım William Benson avizeleri öne çıkıyor. Merdiven boşluğuna yerleştirilen siyah-beyaz portre dizisi ve duvarlardaki doku çalışmaları, mekânın “quiet luxury” anlayışını destekliyor.


Üst katta konumlanan restoran, gün ışığı alan açık plan bir düzenle tasarlanmış. Menü, Fransız mutfağının klasiklerini Asya esintileriyle birleştiriyor. Foie gras, beef tartare ve Saint-Jacques tarağı gibi tabaklar; miso-somon veya trüflü dim sum gibi daha çağdaş yorumlarla dengeleniyor. Alt kattaki bar alanında lavanta ve yuzu aromalarıyla hazırlanmış kokteyller sunuyor. At Sloane, gün içinde hafif öğle menüleri, akşam saatlerinde ise daha belirgin bir fine dining deneyimi sunuyor. Aydınlatma, mobilya yerleşimi ve malzeme seçimiyle her öğünde farklı bir atmosfer yaratıyor. Tasarım, gastronomi ve servis detaylarının tutarlı biçimde bir araya geldiği bu mekân, Londra’da ölçülü bir zarafet arayanlar için öne çıkan örneklerden biri.


ree

Carlotta, Big Mamma Group


Marylebone’de konumlanan Carlotta, İtalyan-Amerikan aile işletmesi trattoria ruhunu Las Vegas’ın eğlence estetiğiyle birleştirerek yeniden yorumlayan bir mekan. Oui, dekorasyonda “abartı” ölçüsü biraz yüksek: parlak kırmızı dış cephe, dev altın harfli tabelalar, bar alanında mermer tezgâhlar, antik taş başlıklar ve 1960’lar stilinde desenli halılar… İç mekânın her köşesi, restoranın hikâyesini anlatan bir sahne gibi.


Menü de tıpkı mekân gibi “göz alıcı” bir çizgi izliyor: örneğin trüflü fettuccine alfredo, Kornaş (Cornish) yengeçli penne alla vodka, veya ıstakozla yapılan tabaklar gibi… Bir altı-üstü makarna deneyiminden öte, gastronominin gösteriyle buluştuğu bir format sunuluyor. Kokteyl menüsü de aynı yapıda: örneğin çilek infüzyonlu Amaro Savoia ile sunulan “Rossini” veya Wild Turkey bourbona kuru kayısı, Primitivo şarap, turunç ve ananas şurubu eşliğinde hazırlanan “Sunset Sour”. Carlotta, atmosfer, tasarım ve lezzetin bir arada sunulduğu bir deneyim alanı. Her öğününde fotoğraf meraklılarını da memnun eder şekilde detay düşünülmüş; ışıklar, mobilyalar ve sunumlar özenli. Bu yönleriyle Marylebone’da “gör ve tad al” biçiminde bir durak olarak öne çıkıyor.


ree

Bu yazıda, Frieze London’ın Where to Eat seçkisini sizinle paylaştık. Sessions Arts Club, Mount St. Restaurant, Berners Tavern, The Light Bar, Cycene, Bacchanalia, At Sloane ve Carlotta, bu yılın öne çıkan durakları arasında yer alıyor. Her biri, gastronomiyi tasarımla buluşturan farklı yaklaşımlarıyla, Londra’da sanat haftası süresince ziyaret edilebilecek özel mekânlar sunuyor. Bir sonraki blogda, Perfect Weekend’in Frieze London 2025 – Where to Go serisine göz atabilirsiniz. Bu seride, şehirdeki güncel sergiler, galeriler, tasarım merkezleri ve kültür odaklı mekânlar yer alacak; Londra’yı bütünsel bir kültür rotası olarak deneyimlemek isteyenler için bir rehber niteliği taşıyacak.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page