top of page

Yazın Kıyıya Vuran Sanat Rotaları

Şehirde sıcaklık her geçen gün biraz daha artarken, sanat dünyası da çoktan yaza geçmiş

durumda. Uluslararası galeriler, programlarını Paris’ten Porquerolles’e, Salzburg’dan Capri’ye

taşırken; İstanbul merkezli galeriler de rotalarını Bodrum ve Fethiye gibi sahil kasabalarına

çeviriyor. Güneşin altında uzanan bu yeni sanat rotasında, Robert Longo’dan Marcel Dzama’ya,

Mika Rottenberg’den çağdaş Türk sanatının dikkat çeken isimlerine kadar uzanan seçkiler

var.Hadi şimdi, bu yazın öne çıkan sergilerine ve sanatla buluşan destinasyonlarına birlikte göz

atalım.

ree

İlk durağımız, Avusturya’da Salzach Nehri kıyısında konumlanan Thaddaeus Ropac’ın Villa Kast

mekânı. 19. yüzyıldan kalma bu yapı, yaz boyunca Robert Longo’nun Untitled (Vatican Bishops)

başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının hiper-gerçekçi kömür çizimleriyle oluşturduğu

bu seçki, Batı toplumunun kolektif görsel hafızasında yer eden dini imgeleri günümüzün medya

bombardımanıyla buluşturuyor.

ree

Rembrandt ve Da Vinci gibi ustaların eserlerinden esinlenen altı iş arasında, üç buçuk metrelik

Untitled (Vatican Bishops) öne çıkıyor. Sırtları dönük halde bekleyen kardinal figürleriyle,

kutsallık ve temsil kavramları arasında bir gerilim yaratıyor. Longo, görsel dünyayla kurduğumuz

yüzeysel ilişkiyi tersine çevirmek istiyor. Aşırı tüketime alışmış gözlerimizi yavaşlatmaya,

imgelerin gerçek etkisini yeniden hissettirmeye çalışıyor. Ne devasa ölçekteki kompozisyonlar ne

de zarif detaylar rastlantısal: Her biri, inanç, otorite ve görsel kültür üzerinden şekillenen yapıları

sorgulayan sessiz birer müdahale.

ree

Avusturya’dan sonra rotamızı bu kez Fransız Rivierası’na çeviriyoruz. Perrotin iş birliğiyle

Fondation Carmignac tarafından Porquerolles Adası’nda düzenlenen Les Géologies du rêve,

Julian Charrière’nin doğa, jeoloji ve zaman kavramları üzerine kurguladığı şiirsel bir deneyim

alanı. Sergi, 16. yüzyıldan kalma Fort Sainte-Agathe’nin taş duvarları arasında, adanın pastoral

sessizliğini çağdaş bir meditasyon alanına dönüştürüyor.Merkezde yer alan “Vertigo” adlı heykel,

buharla çevrelenmiş bir platformun üzerinde ağır ağır dönüyor. Oniks taşından oyulmuş bu

formla birlikte ziyaretçi, İzlanda ve Etiyopya’daki iki aktif volkana dair seslerle çevreleniyor. Işık,

buhar ve taşın birleşiminden doğan atmosfer, rüyayla uyanıklık arasında salınan bir geçiş hissi

yaratıyor. Charrière’nin işleri, izleyiciyi doğayla birebir temas kurmaya çağırıyor. Bilimsel

referanslarla örülmüş bu anlatı, karmaşık kavramları erişilebilir bir estetikle buluştururken;

Porquerolles’in doğal dokusuna uyum sağlayan sakin bir atmosfer yaratıyor.

ree

Sanat rotasında üçüncü durak: Menorca’nın güneşli kıyıları. İspanya’nın sakin ama karakterli

adası Menorca; çam ağaçları, taş duvarlı avluları ve Akdeniz’in berrak ışığı eşliğinde Vibrant

Matter sergisine ev sahipliği yapıyor. Mika Rottenberg’in İspanya’daki ilk kişisel sergisi olan bu

gösterim, Hauser & Wirth’in ada üzerindeki etkileyici kompleksinde hayat buluyor. Sergi,

sanatçının absürt, katmanlı ve fazlasıyla çağdaş evrenine bir bakış sunuyor.

Rottenberg’in video yerleştirmeleri Cosmic Generator (2017) ve Spaghetti Blockchain (2019),

küresel üretim zincirlerini, bedenin ritmini ve görsel fazlalıkla kurulan modern ilişkileri absürtle iç

içe geçiriyor. Çin’deki plastik pazarlarından Meksika sınırına, CERN laboratuvarlarından patates

tarlalarına uzanan sahneler; kurgu ile gerçek arasında bulunan, katmanlı bir görsel anlatı

yaratıyor. Her şey hızlı ve tuhaf. Serginin sürprizi ise Lampshares serisi. New York’un kuzey

ormanlarında kontrolsüzce yayılan sarmaşıklar ve geri dönüştürülmüş plastiklerle üretilen bu

heykelsi lambalar, toksik olanı dönüştürürken, el işçiliğinin cilasız samimiyetini taşıyor. Mantar

görünümlü bu yerleştirmeler plastik ve organik materyali bir arada kullanarak etkileyici bir vizyon

sunuyor. Lüks görünümlü değil ama fazlasıyla anlam yüklü.

ree

Geçtiğimiz aylarda Pera Müzesi’nde ağırladığımız ve işlerini yakından inceleme fırsatı bulduğum

Marcel Dzama, şimdi yaz sezonu için Los Angeles’ta. David Zwirner’ın 606 N Western

Avenue’daki galerisinde açılan Empress of Night, sanatçının hem politik ve düşsel dünyasına

yeni bir bakış sunuyor.

Dzama’nın bu sergideki işleri, gecenin içine doğmuş gibi. Çalışmalarının çoğu, sanatçının gece

geç saatlerde üretim alışkanlığına paralel şekilde, yıldızlarla dolu karanlık gökyüzü fonlarına karşı

kurgulanmış. Tropikal ormanlar, taşan nehirler, dans eden figürler ve antropomorfik hayvanlar bu

görsel evrenin oyuncuları. Goya’dan Federico García Lorca’ya uzanan göndermeler bir direniş

duygusu yaratıyor. Bazı eserler doğrudan günümüz dünyasındaki – bizim sık sık rastlaştığımız -

otoriterleşmeye işaret ederken, diğerleri alegorik bir anlatıyla demokrasi ve insan haklarına

yönelik tehditleri görünür kılıyor. Dzama’nın işleri karanlığı romantize etmektense, onun içinden

bir umut aralığı yaratıyor: gökyüzündeki yıldızlar, aylar ve devinim hâlindeki figürler bu anlatının

sessiz ama güçlü sembolleri.

ree

Yurtdışını tavaf ettikten sonra şimdi Türkiye’nin cevher sahili Bodrum’dayız. Antik taş duvarların

arasında konumlanan Ruins Bodrum, yaz sezonuna Sevil Dolmacı Art Gallery işbirliğinde

gerçekleşen Pop of Time sergisiyle merhaba diyor. Güncel Türk sanatının estetik çeşitliliğini

yansıtan bu çok katmanlı grup sergisi, farklı jenerasyonlardan pek çok sanatçıyı bir araya

getiriyor.

ree

Gençay Aytekin, Sinem Sezgin Bozkurt, Ebru Döşekçi, Doğan Doğan, Tuba Elmas, Cem Gönül,

Emel Ilgaz, Emre Namyeter, Ahmet Oran, Tuna Özkaragöz, Barış Sarıbaş, Sinan Saül, Ekrem

Yalçındağ ve Pamir Yıldıran gibi isimlerin eserleri, Bodrum’un yaz ışığına yeni bir katman ekliyor.

Açık hava mekânın sunduğu doğal ışık ve tarihi atmosfer, işleri içinde vakit geçirilecek bir

deneyime dönüştürüyor. Pop of Time, Bodrum’un hızlı ritmine kısa bir ara, ama bolca görsel

uyarıcı sunuyor. Bu yaz, sanatla güneş ışığını aynı karede yakalamak isteyenler için ideal bir

durak.

ree

Rotamızın son durağı, Bodrum Zai’nin yemyeşil avlusu. İçeride ise Özlem Yenigül’ün dokusu

yumuşak ama mesajı güçlü işleri “Mekanla Bir” sergisiyle izleyiciyi karşılıyor. Geçtiğimiz aylarda

İstanbul’daki Anna Laudel galerisinde açılan ilk solo sergisi “Her Yerde Ev Olma Arzusu” nu

ziyaret etme fırsatı bulmuştum. Bodrum’da görülen seçki, o serginin tanıdık form dilini—halıya

dönüşen vazoları, hafızayla örülmüş sahneleri—doğayla baş başa bırakıyor. Kentte inşa edilen

anlatı, burada nefes alıyor. İnsan ve mekân arasındaki bağı pratiğinin merkezine yerleştiren

sanatçı, ikinci solo sergisinde “aidiyet” duygusuna odaklanıyor. “Bir yere ait hissetmek yeterli mi,

yoksa yalnızca orada bulunmak mı yetiyor?” sorusuyla şekillenen seçki, ev kavramının ötesine

geçerek bireyin ikinci ve üçüncü mekânlarla kurduğu duygusal bağları araştırıyor. Punch-needle,

yüksek kabartma baskı ve el yapımı tufting teknikleriyle üretilen işler, dokusuyla izleyiciyi

mekânsal bir aidiyet arayışının içine çekiyor. Sergi başlığının taşıdığı birliktelik hissi, duvara

yerleştirilmiş bir dokuma işin açık alana taşmasıyla somutlaşıyor; “mekân”ın nerede başlayıp

nerede bittiğini yeniden sorgulatıyor.

ree

İmgelerin ve anlatımların güne yeni coğrafyalarda başladığı yaz ayları için – hele de plan

yapmadıysanız - bir sanat eseriyle göz göze gelmek, bir sergiyi gün batımında gezmek ya da bir

adada yalnızca düşünmek için iyi bir bahaneniz var. Eğer sizde Menorca’da bir videoart’ın içine

çekilmek ya da Porquerolles’te taş bir duvarın önünde düşüncelere dalmak, gözden kaçırdığımız

şeylerle yeniden temas kurmak isterseniz yavaştan bavulunuzu toplamaya başlayabilirsiniz.



 
 
 

Opmerkingen


bottom of page