Weekend Talks - AHU Studio
- Rana Korgül

- 3 saat önce
- 7 dakikada okunur
Türk tasarımını çağdaş bir bakışla yeniden yorumlayan AHU Studio geleneksel olarak erkeklerin hakim olduğu bir alanda, tamamı kadınlardan oluşan kurucu ekibiyle, farklı zanaatkârlarla iş birliği yapıyor ve kaybolmaya yüz tutmuş el işçiliğini yaşatmayı amaçlıyor. AHU'nun kurucuları Eda Akaltun ve Mevce Çıracı ile İstanbul’un büyülü atmosferindeki Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda gerçekleştirdikleri son sergileri 'NAHIL' için bir araya geldik ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Sizin için ‘Perfect Weekend’ neyi ifade ediyor?
Eda: Benim için Cumartesileri gezip görülecek ne varsa yapmaya çalıştığım, ardından arkadaşlarımla bir akşam yemeği ve keyifli bir sohbet ettiğim bir gün. Pazar günleri ise aile günü; sakin ve olabildiğince yavaş, dinlenmek için bir gün. Fakat genelde hafta sonları iki oğlumun peşinden koşarak geçiyor ki o da bir ‘Perfect Weekend’!
Mevce: Rutinin dışına çıkıp sevdiklerimle anın tadını çıkarmak.
Düzenli bir Ctesi / Pazar günü rutininiz var mı? Nedir?
Eda: Benim 5 ve 8 yaşlarında oğullarım olduğundan biraz onların rutinine bağlıyız. Fakat Cumartesi günleri mutlaka bir farmers market gezilir. Öğlen, büyük çoluk çocuk bir grup hâlinde bir yemekten sonra, o gün ne yapılması gerekiyorsa şeklinde hafif bir koşuşturma içinde geçer. Pazar günlerimiz ise daha çok evde, parklarda veya müzelerde geçiyor.
Mevce: Düzenli bir rutinim yok ama genellikle şehirdeki kültürel etkinlikleri takip etmeyi, sergi ve konserlere gitmeyi seviyorum. Tabii, 10 yaşındaki oğlumun antrenman ve maçlarının peşinde koşturduğumuz zamanlar hariç.
Mevce İstanbul’da, Eda Londra’da yaşıyor. Hafta sonu için kaçamak noktalarınız nereler?
Eda: Ben şehir hayatını ve karmaşasını çok seven, bundan beslenen biriyim. İstanbul’da doğup büyüdüm, sonra da hep büyük şehirlerde yaşadım. Açıkçası kaçmayı pek sevmiyorum çünkü Londra çok sevdiğim bir yer. Bazen Oxford’a yakın Cotswolds tarafına kaçıyoruz veya ayarlayabilirsek daha güneşli destinasyonlara hafta sonu kaçamağı yapmaya çalışıyoruz :)
Mevce: Kaçamağı genellikle şehir içinde yapmayı seviyorum. Sabahları Haliç’te kürek çekiyorum, hafta sonları da eşim ve oğlumla kısa şehir kaçamakları yapıp güncel sergileri gezmeyi seviyoruz.
‘Long Weekend’ olarak favori seyahat rotalarınız nereler? Yurt içi ya da dışı?
Eda: Biz ailecek dağları çok seviyoruz ve ailelerimiz İsviçre’de yaşıyor. O yüzden şanslıyız ve Alplere olabildiğince kaçıyoruz. Paris de benim diğer favori şehirlerimden ve trenle gidebilme kolaylığı çok hoşuma gidiyor. Ayrıca Ahu olarak orada bizi temsil eden bir galerimiz var ve bu sayede sık sık iş için de gidiyorum.
Mevce: Çanakkale tarafı sevdiğim bir rota.

Seyahat etmek sizi nasıl besliyor?
Eda: Ben Yay burcuyum ve seyahatsiz bir hayat düşünemiyorum. Hem hayatımda yaşadığım yerler açısından çok şehir ve ülke değiştirdim, hem arabayla uzun yolculukları çok severim, hem de hiç görmediğim yerleri gezmek beni gerçekten çok mutlu eder. Başka ülkelerde yaşamak ve ona alışma süresi bile beni heyecanlandırıyor. Durduğum yerde durmayı pek sevmediğimden, seyahatler beni hem ruhsal hem de kreatif açıdan çok besliyor.
Mevce: Farklı şehirlerde genellikle kültür ve sanat mekanlarını gezmeyi seviyorum; ayrıca farklı şehirlerin rutinlerini ve yaşam biçimlerini gözlemlemek ve deneyimlemek de hoşuma gidiyor, bu da yaratıcı olarak zihnimi açıyor.
Tercihiniz genelde şehir seyahatleri mi yoksa kültürel geziler mi oluyor?
Eda: Ben ikisini de çok seviyorum ve şehirlerde de zaten mutlaka kültürel taraflarına dalıyorum. Mevce bilir; genelde fuar ya da sergilerimiz için beraber çıktığımız seyahatlerde hemen bir yeme-içme, gezme ve alışveriş rotası benden çıkar! Özellikle bağımsız kitapçılara, bit pazarlarına, plakçılara gitmezsek olmaz.
Mevce: En güzeli ikisinin birbirinin içine geçmesi!
En son nereye seyahat ettiniz? Orada ne keşfettiniz?
Eda: Biz en son ailecek Japonya’ya gittik. Benim daha önce gitme fırsatım olmuştu, fakat çocuklarımla ilk defa gittim ve onların maceraperestliğine hayran kaldım. Ne jet lag dediler, ne yürümekten sıkıldılar, çoğu yemeği denediler. Çocuklarımın gözlerinden zaten herhangi alıştığım bir şeyi tekrardan keşfetmek çok zevkli, ama böyle zor olabilecek bir seyahat, yepyeni bir ülke ve kültür keşfetmek gerçekten harika oldu. Vaktimizin yarısında kültürel keşifler yaptık, hızlı trenle şehirler arası gezip Tokyo dışında Kyoto ve Osaka’yi da gezdik, aralarda da tabii ki onları Japonya'nın inanilmaz tema parklarına götürdük. Çok eğlendik ve hepimiz için unutulmaz bir seyahat oldu.
Mevce: İş sebebi ile de olsa Milano! En sık gittiğim şehir olabilir. Tasarım haftasında her yıl keşfedecek yeni şeyler oluyor. Tasarım kültürü şehrin içine işlemiş bir yer. Sokaklarında yürüyüp kahve içmek yeterli kreatif olarak beslenmek için.
Bir günlüğüne her şeyi bırakıp gitmek isteseniz, nereye gidersiniz?
Eda: Doğasını merak ettiğim bir yere gitmek isterim. Çok uzun zamandır Amazon Nehri’ne gitmek istiyorum ama tabii ki pek kolay bir seyahat değil. Doğru zamanı geldiğinde ayarlamak istediğim ilk yer orası sanırım.
Bir diğeri de hiç gitme şansım olamayan Mısır! İlk oraya gitmek daha gerçekçi bir plan olabilir.
Mevce: Londra’yı özlüyorum doğrusu, arada orada uyanmak fena olmazdı.
Yurt içi ya da dışı en favori oteliniz hangisi? Ya da konaklamak istediğiniz bir otel var mı?
Eda: İstanbul’da Pera Palas’ı merak ediyorum; belki konaklamak için değil, ama hikayesi ve eski ünlü misafirleri bana çok büyüleyici geliyor. Konaklamak isteği için de yenilenen Orient Express treninin İstanbul - Paris yolculuğu muhteşem görünüyor!
Mevce: Şehir içi ve mümkünse her şeye yürüme mesafesi samimi yerlerde kalmayı seviyorum. Özel bir tercihim yok.
En sevdiğiniz dünya mutfağı? Favori restoranlar?
Eda: Türk ve Japon. Çok turistik olacak belki ama İstanbul’da Hünkar, Pandeli ve Karaköy Lokantası. Bir de benim için çok anıları olan Hacı Abdullah – ben küçüklüğümde hep babamla konservatuar çıkışı giderdik. Londra’da ise evime yakın olan ve sushileri muhteşem olan Chisou.
Mevce: Akdeniz ! İstanbul’da Karaköy lokantası.
Sizce ideal seyahat arkadaşı nasıl olmalı?
Eda: Kesinlikle macerasever ve esnek. Bir şeyler plana uygun elbette gitmeyecek, ama bunu da keşiflerin bir parçası olarak görebilecek, hafiften alıp gülüp geçebilecek biri. Ayrıca ayrı ayrı da gezmeyi seven ve tek başına vakit geçirmekten hoşlanan biri ise, seyahat gerçekten çok daha rahat ve kolay geçiyor. Ben her şeyi saati saatiyle planlayıp gezmeyi hiç bir zaman sevemedim; kaybolmak ve keşfetmek her zaman tercihimdir. Eşim Alex de benim gibi ve birlikte hep çok keyifli geziyoruz.
Mevce: Spontane plan ve keşiflere açık!

Bavulunuzun olmazsa olmazı nedir?
Eda: Yanımda illa ki bir-iki defterim olur. Son birkaç senedir de yeni huyum: Gittiğim ülkeden olan bir yazarın kitabı.
Mevce: Bol yürüyüş için spor ayakkabı.
Ahu Studio ne zaman kuruldu? Neler yapıyor?
Mevce: Ahu Studio’yu Londra ve İstanbul merkezli bir koleksiyon tasarım stüdyosu olarak kurduk. Aslında çıkış noktamız, Türkiye’nin zengin zanaat mirasını çağdaş bir dilde yeniden anlatma isteğiydi. Her iki şehir de bizim için çok besleyici — biri üretim ve kültürel hafıza açısından, diğeri ise uluslararası bir perspektif sunmasıyla.
Kurucular olarak, Eda’nın görsel sanatlar alanındaki deneyimiyle benim ürün tasarımı geçmişim stüdyoda birbirini tamamlıyor. Bu sayede, hem malzeme hem de hikâye anlatımı açısından çok katmanlı işler üretebiliyoruz. Yerel zanaatkârlarla birlikte çalışıyor, geleneksel el işçiliğini dijital üretim teknikleriyle buluşturuyoruz. Ahşap oymacılığı, marküteri, taş işçiliği ve nakış gibi zanaat yöntemlerini, çağdaş bir estetikle yeniden kurgulamak bizim için çok önemli.
Ahu’da her obje yalnızca işlevsel bir tasarım değil; bir hikâye, bir jest, bir ritüel parçası olarak kurgulanıyor. “Nahıl” sergisi de bu yaklaşımın bir yansıması oldu — geçmişin törensel biçimlerini bugünün tasarım diliyle buluşturduğumuz, zanaatkârlıkla şiirselliği bir araya getirdiğimiz bir yolculuk.

Tasarım anlayışınızı bize kısaca özetler misiniz?
Tasarım anlayışımızın merkezinde zanaat, ritüel ve hikâye anlatımı var. Nesnelerimiz sadece anlatı aracı değil; kullanılabilir objeler olarak tasarlanıyor. Geleneksel teknikleri çağdaş üretim yöntemleriyle birleştiriyor, yerel zanaatkârların emeğiyle her parçayı şekillendiriyoruz. Malzemenin kendi karakteri tasarımın yönünü belirliyor ve her obje hem işlevsel hem de kültürel bir bağ taşıyor. Bu yaklaşım, geçmişle bugün arasında doğal bir süreklilik kurmamızı sağlıyor.
En son sizinle İstanbul’daki Küçük Mustafa Paşa Tarihi Hamamı’ndaki ‘Nahıl’ adlı serginizle bir araya geldik. Biraz bu serginin oluşum hikayesinden bahseder misiniz?
‘Nahıl’ sergisi aslında İstanbul’un geçmişteki şehir hayatı ve yaşam ritüelleri üzerine yaptığımız araştırmalar sırasında karşımıza çıktı. Bu süreçte Nahılın Osmanlı kutlamalarında kullanılan törensel, ağaç benzeri yapılar olduğunu fark ettik; minyatürlerde ve Evliya Çelebi’nin seyahatnamelerinde izlerini görmek mümkün. Kolektif üretim ve görkemli estetiği, bizim tasarım yaklaşımımızla doğal bir şekilde örtüştü ve biz de bunu çağdaş tasarım objelerine dönüştürmeye karar verdik. Totemik dolaplar, marküteri masalar ve nakışlı oturma birimleri gibi parçalar hem işlevsel hem de anlatı taşıyan objeler olarak ortaya çıktı.
Sergiyi Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda gerçekleştirmek de çok anlamlıydı. Mekânın tarihi atmosferi ve hamamın arınma-toplanma ritüelini hatırlatan yapısı, objelerin hikâyesini daha güçlü bir şekilde deneyimlememizi sağladı. Ziyaretçiler, kubbeli salonlardan samimi odalara geçerken koleksiyonun hem görselliğini hem de ritüel boyutunu deneyimleyebiliyor; böylece Nahılın tarihsel simgeselliği güncel bir bağlamda yeniden canlanıyor.
Sergideki tasarım ürün çeşitliği nasıl? Kaç ürün var?
Sergide, nahılların ağaç benzeri totemik formlarından esinlenen 6 adet dolap yer alıyor; her biri farklı bir zanaat tekniğini sergiliyor: ahşap oyma, sarma ve zincir nakış, deri üzeri nakış ve oyma traverten. Dolapların dışında koleksiyonda hikâyeyi güçlendiren mermer marküteri sehpalar, ahşap marküteri yemek masası, nakış işlemeli oturma birimleri ve el yapımı halılar da bulunuyor.

Serginin arkasındaki duygu / düşünceyi merak ediyoruz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
AHU: Bizim için sergi, yalnızca objeleri göstermekten öte bir deneyim yaratma çabasıydı. Nahılın tarihsel ve törensel bağlamından ilham alarak, hem zanaatkârlığın hem de İstanbul’un geçmiş yaşam ritüellerinin izlerini izleyiciye hissettirmek istedik. Mekân, objeler ve ritüel arasındaki ilişkiyi ön plana çıkararak, ziyaretçilere hem estetik hem de deneyimsel bir yolculuk sunmayı hedefledik. Yani aslında duygu olarak, geçmişle bugün arasında bir bağ kurmak ve bu kültürel hafızayı güncel bir tasarım diliyle yaşatmak istedik.
Genel olarak sizin için yaratmak ne anlama geliyor?
AHU: Bizim için yaratmak aslında bir keşif ve deneyim süreci gibi. Malzemeyle, tekniklerle ve hikâyelerle uğraşırken, her seferinde hem geçmişi hem de kendi bakış açımızı objelere yansıtıyoruz. Bu süreçte amaç, sadece bir tasarım ortaya koymak değil; dokunulabilir, kullanılabilir ve bir şekilde hissedilebilir bir deneyim yaratmak. Yani yaratmak, bizim için hem gözlemlemek hem de deneyimlemek, sonra bunu somut bir biçimde paylaşmak demek.
Tasarımın sizin için en önemli yönü nedir? Tasarımla ilgilenmek sizi nasıl besliyor?
AHU: Central St. Martins’de birlikte okuduğumuz yıllarda, farklı alanlarda projeler ve dersler almış olsak da, okulun yaklaşımında “problem solving” (sorun çözme) anlayışı çok önemliydi.
Tasarım ve koleksiyon yaratma sürecinde mutlaka karşımıza çözmemiz gereken temel ve detay sorunlar çıkıyor. Bu da sürekli esnek ve deneysel düşünmemizi, her zaman yeni şeyler öğrenerek ilerlememizi sağlıyor. Geçen gün birlikte David Bowie’nin bir röportajını izledik: ‘ancak kendi konfor alanınızdan çıkıp, ayaklarınız suda zor yere basarken enteresan bir şeyler yaratmaya başlayabilirsiniz’ diyordu. Biz yaratım sürecinin tam da bu tarafına bayılıyoruz. Risk almayı ve yeni şeyler deneyip keşfetmeyi seviyoruz.
Sizce ‘iyi bir tasarım’ nasıl olmalı?
Zamansız, uzun ömürlü, titiz işçilikli, deneyim yaşatan, hikâye taşıyan ….
Dekorasyonla aranız nasıl? Evlerinizi dekorasyonu nasıl?
Mevce: Ben yaşam alanlarının zamanla dolmasını seviyorum. Mekân, günlük ritüellerimiz şekillendikçe oluşmalı; o zaman daha organik oluyor ve bazı atmosferleri önceden tasarlamak mümkün olmuyor.
Hangi stilleri/dönemleri beğeniyorsunuz?
Tarihsel olarak, zanaatı ve el yapımını ön plana çıkaran Sanat ve Zanaat Hareketi, Viyana Secession ve Art Deco gibi dönemlerde üretilen işleri beğeniyoruz.
Hayatta en çok ilham aldığınız kişi veya kişiler kimler?
Eda: Bu cevaplaması çok zor ve bir yandan da dönem dönem tabii ki değişen bir soru :) Bazen birbirimiz, bazen ailemiz, bazen bize mentorluk yapmış olan ve yapan kişiler, bazen ustalar, bazen ise sanatçılar. Liste çok uzun olur! Genelde ikimiz de birden fazla becerisi ve ilgisi olan kişileri seviyoruz diyelim. Bir şeye takıntılı derecede ilgi duyup bunu mesleğe dönüştüren insanlar.
Hayatı nasıl yaşamayı tercih ediyorsunuz? Hayat felsefeniz nedir?
Mevce: Bu aralar hayatı bir zanaatkar gibi yaşamayı düşünüyorum; yani her şeyi acele etmeden, detaylara dikkat ederek ve özenle yapmak. Bir zanaatkarın işine gösterdiği sabır ve ilgiyi günlük yaşantıya da taşımak, öğrenmeye ve deneyimlemeye açık olmak, küçük adımlarla ama bilinçli ilerlemek…
Eda: Yeni şeyler öğrenmeye açık, merak eden, keşfeden, anda kalan.
Şu sıralar neyin hayalini kuruyorsunuz? Bundan sonraki hedefler neler?
Şu sıralar “Nahıl”ın açtığı diyaloğu sürdürmeyi ve bu sürecin bizi götürdüğü yeni alanları keşfetmeyi hayal ediyoruz. Zanaatkârlarla kurduğumuz üretim biçimini derinleştirip her projede yeni malzemeler ve hikâyelerle gelişmesini istiyoruz. Bir yandan da sergimizi dünyanın farklı yerlerinde tanıtıp farklı izleyicilerle buluşmak, yeni diyaloglara alan açmak istiyoruz.












Yorumlar